11 Şubat 2014 Salı

Sait Faik Abasıyanık



Havuz Başı’nda bulunan “İnsan Gibi Bir Şey: Huy”, Naci’ye göre “Alemdağ’da Var Bir Yılan’daki eşcinsellik hikâyelerinin habercisidir” Son Kuşlar’da bulunan “Yandan Çarklı” ise, yazarın “üstü örtülü anlatımlara
kalkışmadan, eşcinselliği ilk kez açıkça yaz[dığı]”  bir hikâyedir.

Sait Faik’in erken dönem hikâyelerinden biri olan “Louvre’dan Çaldığım
Heykel”, yazarın eserleri arasında homoerotik içeriğin öne çıktığı ilk metindir

http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0006152.pdf




Nikos Kazancakis


Zorba'dan

Dün barakanın önüne oturmuştuk, bir bardak şarap içince korkuyla bana baktı:
— Bu kırmızı su da nedir, söyler misin, patron? Külüstür bir kütük filiz atar,
ekşi birtakım ıvır zıvır sarkar ve zaman geçer, güneş onları pişirir, bal gibi tatlı
olurlar; o vakit biz de onlara üzüm deriz; onları çiğner, sularını çıkarırız, bunu
fıçılara koruz, kendi kendine kaynar, ekimde Sarhoş Ay-Yorgo yortusunda
açarız şarap çıkar! Bu ne sırdır? Bu kırmızı suyu içersin, ruhun büyür, artık şu
eski kalıba sığmaz ve Allah'ı güneşe davet eder.Nedir bunlar patron, söylesene!.


— Nesin, kimsin, nereden geliyorsun, gözlerin hangi kentleri, köyleri gördü;
hepsini, hepsini söyle, haydi söyle!
Konuk, yalanı doğruyu birbirine karıştırarak anlatmağa başlar, dedem ise
minderde uslu uslu oturur, çubuğunu içerek onu dinler, onunla birlikte
yolculuklara çıkardı. Konuk hoşuna giderse şöyle de derdi:
— Yarın da kalacaksın, gitmiyorsun. Daha söyleyeceklerin var senin!
Dedem köyden hiç dışarı çıkmamıştı; ne Büyük Kastro'ya gitmişti, ne
Remito'ya. Derdi ki: «Ne gideyim? Remito ve Kastro'lular buradan geçiyor, sağ
olsunlar, Remito ve Kastro da evime gelmiş oluyor. Benim gitmeme ne gerek
var?»
Şimdi ben de burada, Girit'in bu kıyısında dedemin merakını sürdürüyorum. Ben
de sanki fenerle aramışım gibi, bir konuk bulmuştum; şimdi gitmesine izin
vermiyorum, bana bir yemekten fazlasına mal oluyor ama, değer! Her akşam
işten çıkmasını bekliyor, onu karşıma oturtuyorum; yemek yiyoruz, hesap
zamanı geliyor: «Söyle!» diyorum, sonra pipomu içerek dinliyorum; bu konuk,
yeryüzünü, insan ruhunu çok dolaşmış, onu dinlemeğe doyamıyorum.
— Söyle Zorba, söyle!

— Hayır, kadının aklında başka bir şey yoktur, patron. Çok gören, çok gezen,
çok şeyler yapan ve diyelim ki, akıllanmış olan sen beni dinle: Akıllanmış olan
kadının aklında başka bir şey yoktur; hasta diyorum sana, alıngan bir şey! Ona
sevdiğini, kendisini istediğini söylemezsen ağlamaya başlar. Belki istemiyor,
belki de senden iğreniyordur, sana «Olmaz» da diyebilir ama bu hiçtir.
Kendisini kim görürse arzulasın ister o. Bunu ister zavallı. Onun için hatırını
yapı vermelisin... Bak benim bir ninem vardı, seksen yaşında olmalıydı.
Hikâyesi tam bir masaldır. Ama, başka bir hava bu. Neyse... O sıralarda seksen
yaşında vardı. Evimizin karşısında da, Krustalo adında, serin sular gibi güzel bir
kız oturuyordu. Biz köyün delikanlıları, her Cumartesi akşamı içip aşka gelir,
kulağımıza birer dal fesleğen takardık. Kuzenlerimden biriyle birlikte gidip kıza
serenad yapardık. Aşk ve tutku. Budalalar gibi anırırdık. Hepimiz isterdik onu
ve her cumartesi akşamı, beğensin diye sürü halinde giderdik. İnanacak mısın,
bilmem patron? Kadın korkunç bir sırdır, hiçbir zaman da kapanmayan bir
yarası vardır. Sen kulak asma, bütün yaralar kapanır ama, o yara kapanmaz.
Kadının seksen yaşında olması neye yarar yani? Yara her zaman açıktır. îşte her
Cumartesi akşamı bizim ihtiyar, minderini pencerenin önüne çeker, gizlice
aynayı alır ve başında ne kadar saç kalmışsa, onları hababam tarar dururdu.
Kendisini görüp görmediğimizi öğrenmek için çevresini kaçamak bakışlarla
gözetler, birimiz yaklaştı mı, Frenk Meryemi gibi usulca toparlanır, uyur gibi
yapardı. Ama uyku nerde, patron? Serenadı beklerdi. Seksen yaşında... Kadının
ne esrarengiz şey olduğunu anlıyor musun patron? Şimdi benim ağlayasım
geliyor. Ama o vakit sersem olduğum için anlamaz gülerdim. Birgün ona
kızdım, çünkü kızların peşinde gidiyorum diye beni azarlıyordu; ben de onu şu
sözlerle bir güzel kalayladım: 'Neden her Cumartesi günü dudaklarına ceviz
kabuğu sürüp saçını tarıyorsun? Ne sanıyorsun, yani? Serenadı senin için mi
yapıyoruz? Biz Krustalo'yu istiyoruz. Sense günnük kokuyorsun.' İnanır mısın
patron? Kadının ne olduğunu, ilk kez o zaman anladım işte. Ninemin
gözlerinden, ateş gibi iki damla yaş aktı. Dişi köpek gibi büzüldü; alt çenesi
titriyordu. Beni daha iyi işitsin diye peşinden giderek bağırdım:
«Krustalo'yu Krustalo'yu!». Gençlik vahşidir, anlam dışıdır hem; anlamaz
çünkü. Ninem kupkuru ellerini gökyüzüne kaldırdı.
«Tâ yüreğimden sana lanet ediyorum!» diye bağırdı. O günden sonra da, zavallı
ninem hayır etmedi. Hastalandı, iki aya kalmadan ölüm döşeğine düştü. Can
çekiştiği sırada gözü bana takılınca kaplumbağa gibi tıslıyor, beni yakalamak
için elini uzatıyordu. Islık çalar gibi: «Beni sen yedin,» dedi, «yedin, kahrolası
Aleksi! Lanet olsun sana, benim çektiğimi çekesin!»


Kafka


Tanrı’nın Azrail’i yanına çağırıp ondan Kafka’nın canını almasını istediği rivayet edilir. Azrail, Tanrı’nın buyruğunu yerine getirmek için hemen yola çıkar ve dünyayı dolaşmaya başlar. Bir süre sonra Tanrı katına geri dönmek zorunda kalır. Hayal kırıklığı içindedir, çünkü ilk defa Tanrı’nın kendisinden istediği bir şeyi yerine getirememiştir. Tanrı’nın huzuruna çıkar ve “Yarattığınız bütün evreni dolaştım ama ne yazık ki sizin yarattığınız evrede ‘Kafka’ adında biri yaşamıyor” der... Tanrı bu kez Azrail’e “O zaman git 
onu kendi yarattığı evrende bul ve bana getir” der...