Fahim bey ve Biz romanını okudum ve çok beğendim. Kendisi favori yazarlarım arasına eklendi. Fahim Bey'i her ne kadar yazarın bir tanıdığı olsada ben kendisine de benzettim. Yeraltından Notlar ve Saatleri Ayarlama Enstitüsündeki kahramanlara da benzettim.
Yaşamı ve Eserleri
Çocukluğu
Anne tarafından dedesi Muhtar Bey'in
Rumelihisarı'ndaki yalısında doğdu. Abdülhak Şinasi Hisar'ın çocukluğu,
Rumelihisarı,
Büyükada ve
Çamlıca’da geçti.
1898’de
Galatasaray Sultanisi’ne girdi.
Paris Hayatı
Ailesine haber vermeden
1905’te
Galatasaray Sultanisi'nden ayrılarak Paris'e gitti.
1908'e kadar
Paris’te
École Libre des Sciences Politiques’e devam etti.
Paris'te
Prens Sebahattin, Dr. Nihat Reşat Belger, Ahmet Rıza Bey ve
Yahya Kemal ile sık sık görüşür.
[1]
İstanbul'a Dönüşü
II. Meşrutiyet’in ilânından (1908) sonra
Türkiye’ye döndü. Fransız ve Alman şirketlerinde,
Osmanlı Bankası’nda,
Reji İdaresi’nde, 1931’den sonra ise
Ankara’ya yerleşerek
Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştı. 1948’de
İstanbul’a
döndü ve Ayaspaşa’da Boğazı gören bir apartmana yerleşti. Bir süre Türk
Yurdu dergisinin genel yayın müdürlüğünü üstlendi (1954-57). 1963'te
Cihangir’deki evinde beyin kanamasından öldü.
Edebiyata Mütareke yıllarında
Dergâh ve
Yarın dergilerindeki şiir, kitap tanıtma ve eleştiri yazılarıyla başladı. 1921’den itibaren
İleri ve
Medeniyet gazetelerindeki yazılarıyla tanındı; 7Ağaç, Varlık, Ülkü ve Türk Yurdu dergileri ile Milliyet,
Hâkimiyet-i Milliye ve Dünya gazetelerinde yazdı. Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen dil ve üslup açısından Meşrutiyet kuşağına bağlı kalan
[kaynak belirtilmeli] Hisar’ın bütün yapıtları esas olarak “hatıra”ya dayalıdır. Romanlarında
Maurice Barrés,
Anatole France ve
Marcel Proust gibi yazarların edebiyat anlayışlarını benimsemiştir.
[kaynak belirtilmeli]
1942 CHP Hikâye ve Roman Mükâfatı’nda üçüncülük alan
Fahim Bey ve Biz,
Almancaya çevrildi (Unser Guter Fahim Bey, Çev.: Friedrich Von Rummel, 1956).
Sermet Sami Uysal (Varlık Yayınları, 1961) ve
Necmettin Türinay’ın
(M.E.B., 1988) Abdülhak Şinasi Hisar adlı birer kitabı vardır.
Ölümünden sonra Abdülhak Şinasi Hisar: Seçmeler (Haz.: S. İleri, YK7Y,
1992), Geçmiş Zaman Edipleri (Haz.: T. Yıldırım, Selis, 2005) ve Kelime
Kavgası: “Edebiyata ve Romana Dair” (Selis, 2005) adlı üç kitabı daha
çıkmıştır.
Emre Aracı Boğaziçi Mehtapları'ndan esinlenerek aynı adlı bir keman konçertosu (1997) bestelemiştir.
ESERLERİ
Roman
- Fahim Bey ve Biz (1941; 1942 CHP Hikaye ve Roman Ödülü üçüncülüğü)
- Çamlıca’daki Eniştemiz (1944)
- Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952)
Anı
- Boğaziçi Mehtapları (1942)
- Boğaziçi Yalıları (1954)
- Geçmiş Zaman Köşkleri (1956)
Fıkra
- Geçmiş Zaman Fıkraları (1958)
Antoloji
- Aşk imiş her ne var alemde (1955)
Biyografi
- İstanbul ve Pierre Loti (1958)
- Yahya Kemal’e Veda (1959)
- Ahmet Haşim : Şiiri ve Hayatı (1963)
Ölümünden Sonra Toplanan Eserleri
Hisar'in kitaplarına girmemiş edebi makale, deneme ve eleştiri
yazıları Necmettin Turinay tarafından üç cilt olarak bir araya
getirilmiştir.
“İnsanlar gibi şehirler de nasıl değişiyor! Hatıralarımız hakikatleri
görüp de tanıyamıyor, hatıralarımın sarayları şimdi gördüğüm mahallelere
sığamıyor, kubbeleri hâlâ eski velvelelerle dolup taşıyor ve
etrafımdaki şehir bana yabancılaşmış görünüyor."
Geçmişi Batı'da keşfetti
Önceleri geçmişi tenkid eden Abdülhak Şinasi, Fransa'ya gittikten sonra,
geçmiş zamanı övmeye başladı. Mazi şuurunu canlandırmaya çalıştı. "Bir
millete yapılabilecek en sinsi ve en şeytani hücum, onun vicdanından
mazisini almak, hafızasından mazisini yok etmektir" diyerek mazinin
önemini belirtmiştir.
Yazdığı romanlarda da geçmiş zamanın özlemini anlatır. Olaylara değil,
zamana, mekana, eşyaya, duygu ve düşüncelere, insanlara ve onların
kıyafetlerine çok değer verir. Üslubu şahsi ve orijinaldir. Hiç bir
zaman dilde kelime tasviyesine kapılmamış, dilin ahenginden istifade
etmesini bilmiş ve şiire kaçan bir dil kullanmıştır.
Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen dil ve üslûp açısından
Meşrutiyet kuşağına bağlı kalan]Hisar’ın bütün eserleri esas olarak
“hâtıra”ya dayalıdır.
Hisar, sanatı derin bir samimiyet ihtiyacı ile şekillenen büyük bir ruh ciddiyeti olarak tanımlar.
Abdülhak Şinasi, eserlerini gerçek olaylar ve insanlar üzerine
kurduğunu, karakterlerinin hayali değil, tanınan ve bilinen, yaşamı
gözlemlenen, aile çevresinden kişiler olduğunu Sermet Sami Uysal’a
açıklar. Örneğin ilk romanının baş karakteri Fahim Bey baba dostu,
‘Çamlıca’daki Enişte’deki Vamık Efendi teyze kocası, Ali Nizami Bey de
uzaktan akrabaymış. Yazar, aile çevresinden seçtiği kahramanları
sağlıklarında incitmemek için, yazdıklarını tutmuş. Her biri hayattan
çekildikten sonra, edebiyat aleminde yeni bir hayat şansı kazandırmış.
Abdülhak Şinasi Hisar'ın Ölümü
Abdülhak Şinasi Hisar'ın Ölümü
Yüksek tansiyondan mustarip ve
perişan hâldeki Hisar, durmadan bir şeyler satarak geçinmektedir. Her gün taksi
parası ödeyemeyen yazarın yalnızlığı da büsbütün artar. Yazar, dışarı seyrek
çıkar. Hisar’ın yaşadığı son mutluluklardan birisi, basımını kendi bütçesinden
para vererek sağladığı ve metnini gözden geçirdiği, Galatasaray öğretmenlerinden Sermet Sami Uysal’ın hazırladığı Abdülhak Şinasi Hisar biyografisi ve derleme çalışması olur. Öldüğü
3 Mayıs 1963 sabahı hizmetkârı Sabri Efendi’yi kasaba yollar ve “Ben biraz daha
uyuyayım.” der.
Abdülhak Şinasi, 3
Mayıs 1963’te 75
yaşında -küçük kardeşi Selim Nüzhet Gerçek’in (1891-1946) akıbetine benzer bir
şekilde- ani bir beyin kanaması sonucu, “cebinde bakiyesi 66 lira gösteren bir
banka cüzdanı ile tek kuruşu olmadan” hayata gözlerini yumar. Hisar’ın cenazesi
belediyenin yardımı ile kaldırılır, Merkez Efendi Mezarlığına gömülür. {Zariç,
Mahfuz, Abdülhak Şinasi Hisar'ın Eserlerinde Geçmiş ve Gelecek Zaman, Ankara
Üniversitesi, Doktora Tezi, YÖK Tez no:
336468, Ankara, 2013, s. 40-43.}
Çelik Gülersoy, hâtıralarında Abdülhak Şinasi Hisar’ın cenaze töreninden
bahseder. Aksaray’da Murat Paşa Camii’nde kılınan cenaze namazına çok
az kişinin geldiğini belirten Gülersoy, bu duruma çok hayıflanır ve der
ki: “Bu çapta büyük bir edib, şayet Avrupa’nın her hangi bir ülkesinde
ölseydi, herhalde bütün millet bu elim kayıptan haberdar olur ve cami
dolup taşardı. Abdülhak Şinasi’nin cenazesi sıradan bir şekilde
kaldırılmamalıydı.”
SERMET SAMİ, DOSTU ABDÜLHAK ŞİNASİ’Yİ ANLATIYOR
Benim titiz, dalgın ve mahcup dostum
“Bir
akşamüstü dersten çıkmış odama gelmiştim. Gazetede Hisar’ın eserlerini
imzalayacağı haberini gördüm, hazırlanıp gittim. Biraz sonra üstat
karşımdaydı. 1959’un ilkbahar günlerine tesadüf eden o ayaküstü tanışma
ölümüne dek sürecek yakın bir dostluğun başlangıcı oldu. O tarihten kısa
süre sonra, ‘Hayatımı yazmanızı istiyorum’ dedi, öyle de oldu. 1961’de
çıkan kitabım, bu teklif üzerine hazırlanmıştır. Yayıncım Şemsi Arkadaş,
‘Bu eser çok satmaz. Maliyetini karşılayacak kadarını alırsa
basabilirim’ teklifine Hisar heyecanla ‘Memnuniyetle...’ cevabını
vermişti. Kitap çıktıktan sonra Abdülhak Şinasi bir kısmını satın aldı
ve eşe dostuna dağıttı. Zannederim kitabın hazırlanmasını, ömrünün son
demlerini yaşadığını hissederek istemişti. Ölene kadar haftanın 5 günü
üstada gittim. Sohbet eder, yemek yerdik.
Fevkalade titizdi, misafir
gittiği evlere çay bardağını yanında götürür, şayet bardağıyla
gitmemişse mutfakta bizzat yıkamak isterdi. Çiğ sebze ve meyveyi
mikroplu olduğuna inandığı için ağzına sürmemişti. Cuma günü düzenlediği
edebiyat toplantılarında sohbet esnasında hatırına gelenleri kenara
çekilerek not alır, kaldırırdı. Ölümünden sonra kütüphanesi,
müsveddeleri ve hazırladığı kitapları sahipsiz kaldı. Mal sahibi daireyi
boşaltmak istiyordu. Neden sonra çuval çuval kitapları ve yazıları
kapının önüne yığıldı. Birkaç gün Yaşar Nâbi ‘Haber aldığım gibi evine
koştum ama çoktan boşalmıştı. Ancak son çuvalı alabildim...’ demişti.
Son hatıraları böyle dağıldı.”
Bu da farklı bir yorum
Mikrop korkusu hastası olan Abdulhak Şinasi, Türk Edebiyatında daha çok münekkit olarak tanınmıştır:
"Abdülhak Şinasi mikrofobdur; yani mikrop korkusu hastalığı öylesine ki,
Birinci Dünya savaşı'nda yarı körler, topallar ve kolsuzlar bile askere
alınırken, Abdülhak Şinasi, cinnet derecesine vardığı bu hastalığı
yüzünden savaştan kurtulmayı bilmiştir.
Aynı hastanın, bütün bu marazi hallerine denk bir de alabildiğine gülünç
nezaket merakı... Münekkit geçinmesine rağmen arada bir şiir de
kırpıştırırken sevgilisine hep 'siz!' diye hitap eder. Mesela gökten
renk mi yağıyor; sorar:
-Size midir, bana mı?
Siz kelimesinin ihtiram yeriyle, saygı üstü bir sevgi edasının mutlaka gerektireceği 'sen!' hitabındaki yer farkını anlayamaz.
Birgün Paris'in Sen nehrinden bahsedilirken bu kelimeyi değiştirmemiş olan kahramanımıza Süleyman Nazif şöyle demiş:
-Ona Sen nehri değil, Siz nehri derler!
Abdülhak Şinasi Bey şair olamayacağını belki anlıyor; fakat birtakım
ruhi kamaşmalar içinde dünya muhasebesine yanaşamaz ve bundan ötürü
münekkitteki kumaş örgüsüne uymaz, suni ipekliye benzer bir bünye
taşıyor...
Uzun zaman münekkit geçindikten sonra 40-50 yaş arası romancılığa
başlayacak, bedesten eşyası kabilinden eski zaman renk ve çizgilerini
dışından vitrinleyecek, ama hiçbir ruh ve meseleye inmeyecek; üstelik
Türk romanının kısırlık dünyasında birşey sanılacak adam...
Mikrop korkusundan başka haşyeti olmayan, en sonunda da isminin
başındaki "Abdülhak" sıfatını atacak kadar, şahıs planında da olsa,
İslama nefretini ilan edecek adam...
Bu adam...
Kültürü de, yapmacıklığı, yani snobluğu da, efkarı da, inkarı da
çilesiz, mikrop dehşetinden ileri bir ruh ukdesi olmayan... Tanzimat
aydını tipinin son ve hasta modeli, Şinasi Beyefendi... İlk model de
Şinasi değil miydi?"185
Murat Ertaş-Necip Fazıl Tenkitler,Polemikler,Kavgalar
A. Şinasi Hisar'ın yeterince anlaşılmadığını söyleyen Turinay, "Onun
İstanbul'u anlatan yazıları olmasaydı, Tanpınar, Beş Şehir'i yazmaya
kalkışamazdı." diyor. Hisar'ın edebiyatımızdaki en önemli etkilerinden biri; 'derin çocuğu'
keşfetmesi. Onun İstanbul üzerine yazdıkları 'hatıra' kabul
edilmektedir. Fakat bunlar bildiğiniz cinsten hatıralar olmayıp, Bergson
felsefesi Proustien bir yazışla devrin içine bütün zamanlarımızı
yerleştirmeye alelade hatıra yazımının daha ötesinde derinleşmeye
dayanır. Onun anlattığı çocuk, insanı, tabiatı, çevreyi derin ve manevi
gözlerle görür. Bu, 1930'lu yıllarda edebiyatımızda öyle derin tesirlere
yol açtı ki, Dağlarca şiirinin Çocuk ve Allah'a kilitlenmesi buradan
kaynaklanırdı. Aynı şekilde Sait Faik hikâyesinin ilk dönemlerinde bu
çocuğun etkisi görülür.
Orhan Pamuk, Hisar'ı 'dört hüzünlü ve yalnız yazarlardan' biri olarak sayıyor...
Pamuk'un değerlendirmesi gayet isabetlidir. Fakat bu nereden
kaynaklanıyor? Bir defa Hisar hiç evlenmedi. Burası onun birinci
yalnızlık katmanıdır. İkicisi de aşırı temizlik saplantısı. Dolayısıyla
insanlarla derin sohbetleri yok gibidir. Onun asıl yalnızlığı ölümle yüz
yüze yaşamasından kaynaklanmaktadır. Sanki ölmeden evvel ölünüz
fehvasınca hayatını ona göre kavramaya çalışmıştır. Yazarken, bir
bitmeyecek zamana yani ebediyete bir şeyler armağan ettiği şuuru
yükselmektedir. Onun bu noktadaki yardımcısı da çocukluğunda ailesiyle
devam ettiği, Bahariye Mevlevihanesi'nden beri kulaklarında çınlayan
Mevlevi ayinlerinden sürüp gelen seslerdir. Ondaki hüzün ve yalnızlık,
"müziğin ürettiği ilahi/bir nevi ebedi zamanda" yalnız yaşamaktan
kaynaklanan bir haldir. ...
Eşcinsel diyenler var,
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/7755072_p.asp
Şiir antolojisiyle ilgili
Abdülhak Şinasi Hisar,
Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde adlı
antolojisini, 15. ve 20. yüzyıllar arasında yazılmış aşka dair mısra ve
beyitlerden seçerek oluşturduğu kitabın önsüzünde söylüyor. Ancak bu
şiir antolojisinin derlenmesinde özel tercih ve duyguların belirleyici
etkenler olduğu göze çarpmaktadır. Belki de, Hisar’ın Fuzûlî’nin “Aşk
imiş her ne var âlemde, İlm bir kîl ü kâl imiş ancak!„ ünlü beytiyle
antolojisini başlatması; yazarın beğenilerinin, bilimsel bakış açısının
önüne geçtiği göstermektedir.
20. yüzyılın ünlü şairlerinden
Turgut Uyar, “Bir-Seçmeler-Kitabı„ başlıklı makalesinde Hisar'ın bu
kitapta hiçbir ölçüt izlemediği için dağınık bir şiir antolojisi ortaya
koyduğunu söylüyor. Uyar,
Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde derlemesini
Hisar’ın bütünüklü beyitlerden sadece bir mısraya yer verdiği ve bu
mısraları tamamen öznel kaygılarına göre sıraladığı için başarısız
olarak değerlendiriyor. Turgut Uyar, Hisar’ın yetkin bir derlemeci
olduğuna dair eleştirilerini şöyle dile getiriyor:
Hiçbir
yöntem, hiçbir ilkeye tutulmadan, divan şiirimizden rastgele beyitler
mısralar almış. Kitapta bütün kaygı, bu beyitleri, bu mısraları
anlamlarına göre bir takım bölümlere ayırmak olmuş. İyi bir kitap
sayılmaz. Sanki A. Şinasi Hisar, gençliğinden bu yana, yahut
çocukluğundan, kendi şiir defterine yazdıklarını toplamış kitaba almış.
(1957:21)
Ancak Hisarın şiiri seçerken nasıl bir ölçü izlediği konusundaki
açıklamasına bakılırsa onun derli toplu, titiz ve okur için aydınlatıcı
bir seçme yapmayı amaçlamadığı anlaşılıyor. Hisar’ın kenisi de, kitabın
önsöz bölümünde antolojisini hazırlarken kendi zevk ve beğenisinden
başka kıstaslara dayanmadığını söylüyor: “Bu küçük kitap bir zevk ve
tesadüf mahsulüdür; bu beyitler ve mısralar, gençliğimden beri tesadüfen
okumuş, beğenmiş, sevmiş ve kaydetmiş olduklarıdan ibarettir”
(1955:17). Yazar bunları açıkça söylerken onun antolojideki şiir
seçiminde daha üstün bir kaygı aramak yersiz olur.
(…)
Rumelihisarından Adaya geldiğim günler vapurdan iskeleye çıkar çıkmaz
buranın kendine mahsusdeniz havalı rüzgârları -güya beni tanımışlar da
seviniyorlarmış gibi – etrafımı sararak ve boynuma sarılarak bana Adanın
selâmlarını söyler ve vaitlerini sunardı. Bu rüzgârları yüzümde, –
taranmış saçlarımızın nizamını, üstümüzün, başımızın intizamını bozan –
sevdalı eller gibi duyar ve birdenbire denize dalmış gibi Adanın mutlu
hayatına girmiş olduğumu ve su içinde nasıl bütün denizin vücudumuzu
büyülttüğünü sanırsak, öylece Adanın beni tamamladığını duyardım.
Ada, benim için yadettiğim bu eski zamanda, ancak benim gözlerimin
seçtiği gizli bir takım varlıklar ve mahlûklarla doluydu. Bir ağaç
kabuğunda gülen bir ağız, bir kaç dalın teşkil ettiği bir kümede
sallanan bir çocuk, bir duvarın sıvasında yeisli bir takım hayvanlar ve
ağlaması dinmeyen bir sürü maskeler, bir evin cephesinde ciddi ve
hüzünlü bir çift gözün üstünde iki hançer kaşlar görürdüm. Ve böylece
başkalarına gizlenen fakat bana işaret eden, gülen, söyleyen gözler,
ağızlar, yüzler,vücutlar ve ruhlardan yapılma bir takım tanışlarım
vardı. Bunlar esir bulundukları köşelerinde, kendilerine mahsus
ömürlerini sürerler ve ben yalnız benim için yaşayan bu mahlûkların
gizlendikleri yerleri bilir ve, önlerine gelince, onlarla görüşürdüm.
Bütün hayatlar gibi onların ömürleri de, yavaş yavaş, başka şeylere
inkılâp ederek dağılır ve geçer ve bazen bir ağız artık susar, bir göz
artık kör olur, bir ruh artık uçar, fakat bazen de yerlerine başkaları
doğar, hemen her mevsim yeni bir hayelet nesli açardı.
(…)
Abdülhak Şinasi Hisar
“Geçmiş Zaman Köşkleri” adlı eserinden… (1956)
http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=764
http://turkishstudies.net/Makaleler/1962100489_2_garanbahanur_t.pdf
http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0002020.pdf
http://www.academia.edu/5398530/Asil_Deli_Haci_Vamik_Bey_Degildir_Abdulhak_Sinasi_Hisarin_Camlicadaki_Enistemiz_eserinde_Delilik
http://www.oguztopoglu.com/2013/10/abdulhak-sinasi-hisar-1957de-diyor-ki.html
http://www.muammererkul.com/index.php/yazlar/bulusmalarmenu/5095-basin-muezes-abduelhak-inasi-hisar-mays-2013
http://www.hobihaber.com/news_detail.php?id=1922
https://docs.google.com/file/d/0B5e2sVtsaI8CSWRmSDkxQjliOGM/edit
http://tr.docdat.com/docs/index-123271.html